Hallacı Mahmut Hazretleri
Hallacı Mahmut Hazretleri, heybetli duruşu ve babacan tavrıyla görenlerde derin bir saygı uyandıran bir zattı. Rivayetlere göre, boyu 175 cm civarında, iri yapılı ve güçlü kuvvetliydi. Yüzü yuvarlak ve nuranî, elleri ise iriceydi. Uzun, kınalı sakalları yüzüne bir vakar katardı. Giyiminde sadelik ve temizlik ön plandaydı; beyaz bir entari giyer, beline yeşil bir kuşak bağlar ve başına da yuvarlak, beyaz bir kavuk sarardı. En dikkat çekici unsurlardan biri ise, bazen üzerine giydiği mavi ve yeşilin birleşimi olan, turkuaz renkli cübbesiydi. Bu fiziksel özellikler, onun hem babacan hem de heybetli mizacını yansıtmaktaydı.
Hallacı Mahmut Hazretleri’nin asıl vatanı Horasan’dı. Buradan Şam’a, oradan da bu topraklara, manevi bir görevle hicret etmiştir. Kendisini “cihad ve irşat ehli bir insan” olarak tanımlayan bu manevi rehber, buralara da bu amaçla geldiğini beyan etmiştir. Hayat gayesi, Hakk’ın kelamını yaymak, insanları irşat etmek ve bu yolda cihada devam etmektir. “Ana amacım olan cihattan/irşattan asla vazgeçmedim ve beri durmadım” sözü, onun bu yolda ne kadar azimli ve kararlı olduğunu göstermektedir. Onun için her an, bu kutlu vazifenin bir parçasıdır.
Hallacı Mahmut Hazretleri, mizacında yerine göre sert, yerine göre ise yumuşak bir denge tuttururdu. Bu tavrı, muhatabına göre en doğru ve etkili irşat yolunu seçmesinden kaynaklanırdı. Manevi âlemdeki hocasının “Haydar-ı Kerrar” yani Hz. Ali Efendimiz olduğunu ifade eder ve hem ilmî hem de zâhirî derslerini ondan aldığını belirtirdi. Manevi tedavi olarak bağırsaklar alanında uzman olan Hocamızın nasihatlerinden öne çıkanları şu şekildedir:
“Kalp kırmayın, kötü söz söylemekten kaçının.”
“Ey evlat! Bil ki, bizim derdimizde dermanımızda yalnızca Rabbimizdedir. Bu hakikati idrak etmemiz, ancak nefislerimizden ve dünya zevklerinden vazgeçince nasip oldu. Ne vakit ki nefsimizden ve dünyalıktan vazgeçemedik, o vakit halk bize “Hallâc” (sirke satan) diye lakap taktı.
Bizim üzerimize düşen vazife, Rabbimizin emriyle, dünyalıklarının bozulmasından korkanlara sirkeden şifa satmaktı. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” derler, bu söz pek doğrudur. Zira hakikatin yükü ağırdır, herkesin kaldırabileceği bir durum değildir. Lakin her kulun muhtaç olduğu yegâne şeydir. Bu sebeple Rabbim, o ağır yükü ancak birkaç âşığına verir ve “Çekin bakalım âşıklarım,” der. Elhamdülillah ki bize de o âşıklardan olmak nasip oldu. Biz, halka Hakk’ın şerbetini sunarken, onlar ekşi yüzle sirke sattığımızı zannetti. Biz ise onlara, “Hakikat şerbetini için, dünyalık zehrinden içmeyin” dedik.
Ecdadımız Horasan diyarından Şam’a göç etti, oradan da bu mübarek topraklara geldik. Hamdolsun ki Rabbim bizlere burada hizmet etmeyi nasip eyledi. Bilinmelidir ki, hizmet edene her şey nasip olur. Lakin bu “her şey” kelimesi görecelidir. Kendi nefsine göre bakan, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt edebilir. Oysa hakikatin nazarıyla bakana göre ne iyi vardır ne de kötü; yalnızca Hakikatin kendisi vardır. Olan nasiptir ve ona hamd edilir. Yapılan ise bir görevdir ve eda edilir. Vesselam.”
Paylaş