Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri
Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin hayatı, ilim ve maneviyatla dolu bir yolculuktur. 1865 yılında Van’ın Başkale ilçesinde dünyaya gelmiştir. Arvasizade ailesine mensuptur ve soyu, alim ve evliya Seyyid Fehim Arvasi’ye dayanır. İlk eğitimini babasından almış, ardından bölgenin önde gelen âlimlerinden dersler alarak İslami ilimlerde derinleşmiştir. Özellikle Nakşibendi tarikatında yüksek bir manevi mertebeye ulaşmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Rus işgalinden dolayı ailesiyle birlikte Musul, ardından Bağdat ve en sonunda İstanbul’a hicret etmiştir. İstanbul’da bir yandan talebe yetiştirirken, diğer yandan da vaaz ve irşad faaliyetlerine devam etmiştir. Kendisi, ilmiyle ve manevi yönüyle, devrin önde gelen âlimleri ve tasavvuf büyükleri tarafından saygı görmüştür. 1943 yılında vefat ederek Ankara Bağlum Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Manevi tedavi olarak kalp ve beyin alanında uzman olan Hocamızın ağzından aktarılan şu bilgileri de burada zikretmekte fayda bulunmaktadır: “Fakir bir kul olan bu bedenin sureti, Hakk’ın tecellisine ayna olmak için orta boylu (174 cm.) ve cılız bir yapıda yaratıldı. Ancak bu cılızlığın içinde, vakarlı bir duruş ve ilmin getirdiği bir ağırlık saklıydı. Yüzüm yuvarlağa yakın, tenim ise bembeyazdı. Sakalım siyah ve gürdü, içinde nadir de olsa beyaz aklar bulunurdu. Gözlerim siyahın en parlak tonunu taşır, bakışlarımsa kalbin en derin sırlarına nüfuz ederdi. Tebessüm dahi yüzümde nadir misafir olur, vakarımı korumaya gayret ederdim. Yürüyüşümde acele yoktu; adımlarım yavaş ve başım öne eğik olurdu. Temizliğe riayet eder, giysilerimi genellikle lacivert ve siyah seçerdim. Zira bu renkler, dünyanın gürültüsünden uzak, tefekkürün rengidir. Başımda taşıdığım beyaz ve büyük sarık ise, bu fani alemde manevi bir sancak gibiydi.
Elhamdülillah, aslen Seyyid’iz. Bizim manevi hassasiyetimiz, bitkin gönülleri yeniden canlandırmak ve ateşle yananları durulmuş sulara indirmektir. Bu kutlu vazife bizlere verildi ve biz de bunu hakkıyla yerine getirmeye çalıştık.
Gönüller, Cenab-ı Hakk’ın kudretindedir. Lakin şunu biliniz ki, insanın gönlünün mayası Rab’dan gelir. Ama o mayanın yoğrulması ve olgunlaşması, hocadan ve o kulun kendi gayretinden kaynaklanır. Sizler, mayanızın kaynağına ne kadar dönerseniz, o kadar kıymetli bir ekmek çıkar. Bu, bizlere Somuncu Babamızdan bir nasihattir.
Gençlik yıllarımda bir varoluş mücadelesi vardı. İnsanlara neyi anlatmaya çalıştığımızı biz de zahiren tam olarak idrak edemedik. Fakat şunu bildik ki, bize bir görev verilmişti. Bir şeyi tam olarak anlamamıza gerek yoktu, üzerimize düşen vazifeyi anlamamız yeterliydi ve biz de bunu icra ettik. Çok sonraları yaptığım istihareler ve tefekkürler sonucunda anladım ki; kulun her şeyi bilmesine gerek yoktur. Sadece üzerine düşeni, kendi vazifesini bilse ve bunu hakkıyla yerine getirse kâfidir. Zira her şeyi bilmek, yalnız Cenab-ı Hakk’a mahsustur.
Sizlere son ve en mühim nasihatim şudur: Evladım, kalp kırmayın. Zira kalp kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan dahi daha kötü bir iştir.”
Paylaş